Modern Bilimde Dünyanın Enerjetik Tasviri
19 Mayıs 2025

Sayfayı ziyaret eden kişi sayısı

306

Yaygın inanışın aksine, kozmik-enerjetik şifacılık bilim dışı bir kavram değil, aksine modern teorik bilimin, Nobel ödüllü bilim insanlarının çalışmaları ve uzay ile madde teorileri alanındaki ileri araştırmaların somut bir illüstrasyonudur. Günümüz bilim insanlarının bu konuda söyleyecek çok şeyi vardır ve tüm bunlar tek bir ortak temele yani dünyanın enerjetik tasvirine mükemmel bir şekilde oturmaktadır.

Bizi çevreleyen dünya çok boyutlu bir olgudur. Einstein, ünlü formülü E=mc² ile aslında tüm dünyanın ve onun temel yapısının iki eşit tarafa sahip olduğunu öne sürmüştür: fiziksel ve enerjetik yapı. Bu bağlamda enerji maddeye dönüşür, madde ise enerjiye dönüşebilir.

O dönemde bu düşünce inanılmaz, cesur ve dönemin bilimine karşı oldukça çatışmalıydı. Einstein’la dalga geçildi, onu yalanlayanlar oldu, deli olarak adlandırıldı; ancak... atom bombası güçlü bir argümandır ve günümüzde ünlü fizikçinin kuramları kimse tarafından sorgulanmamaktadır.

Günümüzün ileri biliminde Einsteinvari gerçeklik yaklaşımı yavaş yavaş üstünlük kazanmaya başlamaktadır. Dünyanın enerjetik ve fiziksel tezahürleri yalnızca ayrılmaz değil, esasen bizi saran bütüncül bir dünyadır. Bu gerçek, biyoloji, kuantum mekaniği ve matematik alanlarında yeni fikirler geliştiren araştırmacılar arasında giderek daha fazla destekçi kazanmaktadır.

Dünya yalnızca fiziksel ve biyokimyasal bağlantılar kompleksinden ibaret değildir, aynı zamanda yapısında kaba enerji halleri (yani genel anlamda madde) ile daha ince enerji formlarını barındıran çok boyutlu bir enerjetik etkileşimler sistemidir.

20.yüzyılın 1930’lu yıllarında, maddenin temel parçacıkları olan elektronların yalnızca parçacık özelliklerine (yani maddeye özgü) değil, aynı zamanda dalga özelliklerine de (enerjiye özgü) sahip olduğunu gösteren çok önemli bir keşif yapılmıştır. Bu yolla, madde ile alan arasında aşılması imkansız bir sınırın bulunmadığı deneysel olarak kanıtlanmıştır: belirli koşullar altında, maddenin temel parçacıkları dalga özellikleri sergilemekte, alan parçacıkları ise parçacık özellikleri göstermektedir.

Bu durum, dalga-parçacık ikiliği (dualizmi) olarak adlandırıldı ve sıradan sağduyu çerçevesine hiçbir şekilde sığmayan bir anlayıştı. Daha önceleri fizikçiler, çeşitli maddesel parçacıklardan oluşan maddenin yalnızca parçacık özelliklerine sahip olabileceği, fiziksel alanların ise sadece dalga özellikleri gösterebileceği inancını taşıyorlardı. Parçacık ve dalga özelliklerinin aynı nesnede birleşmesi tamamen olanaksız kabul ediliyordu.

Fakat inkar edilemez deneysel sonuçların baskısı altında, bilim insanları mikroskobik parçacıkların aynı anda hem parçacık hem de dalga özelliklerine sahip olduğunu kabul etmek zorunda kaldılar. Yani daha önce madde olarak kabul edilen elektron gibi temel parçacıklar, belirli koşullar altında dalga doğasını göstermeye başlar, yani madde değil de enerji gibi davranırlar.

Aynı durum ışığın doğası için de söylenebilir. Daha önce ışığın maddesel parçacık akışı gibi davrandığı kanıtlanmıştı; ancak aynı zamanda ışığın dalga özelliklerine de sahip olduğu, özellikle kırınım (difraksiyon) ve girişim (interferans) olaylarında ortaya konmuştur. Dolayısıyla, klasik fizik açısından birbiriyle bağdaşmaz görünen dalga ve parçacık özellikleri ışıkta eşit ölçüde mevcuttur (ışık dualizmi).

Bu, “maddesel” olarak kabul edilen her şeyin ve “enerjetik” olarak kabul edilen her şeyin aslında aynı özde yattığını gösterir: enerji. Bu enerji, özelliklerini değiştirerek farklı durumlara “akabilir” ve böylece ya “fiziksel” ya da “enerjetik” nesneler oluşturur. Ancak temel parçacıklar seviyesinde her zaman karma özellikleri korur.

Halk arasında “enerji” olarak adlandırılan şey modern bilim anlayışı açısından enerjinin bizzat kendisi değil, yalnızca onun bir formudur. Modern bilim şu iddiada bulunur: enerji, geniş kapsamlı ve hatta mutlak bir kavramdır. Bu da demektir ki, alışıldık “madde-enerji” sınırı aslında mevcut değildir. “Maddesel bir dünya” diye bir şey yoktur. İnsanların “madde” olarak adlandırdığı her şey, belirli titreşimsel özelliklere sahip enerji biçimidir; bu özelliklerin birleşimi, ona “maddesel özellikler” adını verdiğimiz yapıyı kazandırır.

Aynı şekilde, çoğu kişinin alışkın olduğu biçimiyle “enerji dünyası” da mevcut değildir. “Enerjetik dünya”, yalnızca enerjinin bir formudur. Tüm bunlar tek ve bütüncül bir dünyadır, tamamen enerjetiktir, iki ayrı dünya değildir. Bu iki farklı öz değil, aynı fenomenin iki formudur.

Böylece, evrende neyin ilk olduğu sorusuna dair eski tartışmanın çözümü kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Einstein’ın kavramsal yaklaşımı bu ikilemi kolaylıkla çözer, çünkü bu eski sorunun içinde yer alan “fiziksel” ve “enerjetik” kavramları aslında “ilk ilkeler” değildir! Onlar, aynı ilkenin eşit derecede geçerli sonuçlarıdır ve bu nedenle biri diğerine göre öncelikli olamaz.

Bu dünyada ilk ve esas olan yalnızca bir şey vardır; o da enerjidir, ancak yalnızca onun mutlak anlamıyla; yani daha önce “fiziksel” ve “enerjetik” başlangıçlar olarak adlandırılan tüm enerji biçimlerini kapsayan anlamıyla. Çevremize baktığımızda ne görürüz? Toprak, su, hava, taş, metal… Maddi nesneler mi? Hayır, bunlar da enerjetik nesnelerdir, tıpkı ışık ışınları, elektromanyetik dalgalar, elektriksel impulslar gibi… Hepsi aynı şeyden, yani enerjiden oluşur, yalnızca farklı formlarında…

Sizce bu inanılmaz mı görünüyor? Bir zamanlar insanlık, ultrasonveya elektromanyetik radyasyon gibi şeylerin varlığını hayal bile edemiyordu ve bunlar akıl almaz görünüyordu. Oysa günümüzde bu olguların varlığı tartışılmazdır ve insanlar tarafından aktif şekilde kullanılmaktadır. Bir zamanlar elektron denilen parçacığın varlığı sadece kuramsal fizikçilerin kağıt üzerindeki bir hipoteziydi. Daha sonra bilimin teknik seviyesi geliştiğinde elektronların izlenebilir olduğu gösterildi ve varlıkları artık şüphe uyandırmaz hale geldi.

Şu anda da benzer bir durum yaşanıyor. Dünyanın iki yönlü ve çok boyutlu enerjetik doğasına ilişkin hipotez, tıp, biyoloji ve fizik alanındaki deneylerle giderek daha fazla destek bulmaktadır. Henüz net ve kapsamlı bir bilimsel açıklama bulunmamakla birlikte, bir dizi inkar edilemez sonuç, şu gerçeğe işaret eder: madde, enerjinin bir tür “kaba” halidir ve bu hal değiştirildiğinde madde yeniden saf enerjiye dönüşür.

Bu yaklaşımın ilk ve en bilinen kanıtı, nükleer parçalanma tepkimesidir. Nükleer santraller ve nükleer füzelerin varlığı inkaredilemez. Ancak bilim hala nükleer reaksiyonu tam anlamıyla açıklayamamaktadır. Süreç tanımlanmıştır, ancak onun ilk temel nedenlerini kanıta dayalı olarak açıklamak, bugüne dek kimse tarafından başarılamamıştır.

Neden? Çünkü bu tür bir açıklama, bilimde egemen olan yaklaşımın yani gerçekliğin sadece fiziksel cisimler ve onların etkileşimleriyle sınırlı olduğu görüşünün dışına çıkmayı gerektirir. Fakat bilimsel çevrelerin gelenekselci kesimi bu konumlarını terk etmek istemese de, inkar edilemez bir gerçek vardır: ikili (dualistik) ve Einstein’cıgerçeklik anlayışı çerçevesinde, yalnızca atomla ilgili “mucizeler” değil, modern bilimde biriken sayısız deneysel bulgu da açıklanabilir.

Her şey bir şekilde açıklanabilir, yalnızca şunu kabul etmek gerekir: dünya salt mekanik bir olgu değildir, çok boyutludur. Maddenin ve enerjinin birbirine karşıt iki unsur değil, aynı özün belirli koşullarda birbirine dönüşebilen iki farklı hali vardır. İşte o zaman her şey yerli yerine oturur: fizikteki nükleer reaktörler, kuantum mekaniğinde holografik gerçeklik modeli, yakın zamanda ortaya çıkan torsiyon fiziğinde boyuna dalga fenomeni, modern tıbbın en son başarıları, nöroloji, aktivasyon terapisi ve rezonans temelli tedavi ve tanı yöntemleri açıklanabilir hale gelir.

Einsteinvari dünya görüşü, henüz insanlığın teknik altyapısının yetersizliği nedeniyle cihazlarla kanıtlanamasa da,günümüz “Newtoncu” türden bilimin utançla yüz çevirdiği, ama birikmiş çok sayıda kanıtla artık görmezden gelemeyeceği tüm bu olguları açıklama gücüne sahiptir.

Yakın gelecekte cihazlar geliştirilecek; bu cihazlar her türlü kuşkuyu ortadan kaldıracak ve gerçekliğe dair ikili yaklaşım ile çok boyutluluk anlayışı bilim dünyasında standart haline gelecektir. İlk adımlar şimdiden atılmıştır: Y. Yermolayev’inlaboratuvarında, boyuna elektromanyetik dalgaları tespit etme ve onları tanıdık “görünür” forma çevirme çoktan öğrenilmiştir. Optik ayna rezonatörleri geliştirilmiş, bu rezonatörler canlı hücrelerin diliyle “konuşabilen” cihazların üretimine olanak tanımaktadır. Bu yalnızca bir başlangıçtır.

Kozmik Enerji gibi titreşim-rezonans temelli yöntemlere dair araştırmalar ise çağımızın ilerisindedir. Enerji-bilgi alanları, torsiyonel ve rezonans temelli çevreye etki yöntemleri, burada insanın çevresiyle etkileşime geçebileceği yeni, son derece ilerici bir yol olarak ortaya çıkmaktadır. Önde gelen bilim insanları, şifacılar ve parapsikologlar, teknik araçlar henüz gelişmemiş olsa da bu alanları araştırmanın bir yolu olduğunu hep birlikte dile getirmektedir.

Dünyanın çok boyutluluğunu ve onunla etkileşime geçme yollarını anlamanın “penceresi”, insanın kendisinin incelenmesidir. İnsan doğa tarafından yaratılmış eşsiz bir nesne, kusursuz bir “cihaz”dır; olanakları neredeyse sınırsızdır. İnsanın olanaklarını yalnızca mekanik ve biyokimyasal süreçlerle sınırlandırmak, eski “Newtoncu” bilimin yaptığı gibi, oldukça adaletsiz bir yaklaşımdır.

Binlerce örnekle kanıtlanmıştır ki, insan çevresiyle etkileşimini kabul edilenin çok daha derin seviyelerinde gerçekleştirebilir. İnsanların enerji ve enerji-bilgi temelli potansiyeli, mevcut tüm teknik araçların çok ötesindedir. Bunun nedeni ise şudur: insan, çevresini oluşturan dünyanın eşit bir parçasıdır; “minyatür bir evrendir”, çevreyle etkileşim kurmak için eşsiz bir nesnedir.

İnsanın evrenle kurduğu etkileşim potansiyeli, “Newtoncu” bilimin bakış açısıyla henüz kanıtlanamaz ya da açıklanamaz. Bu bilim geleneği genellikle bu konuda şüpheci bir tutum takınmaktadır. Ancak yine de bazı araştırmaların sunduğu sonuçları kimse inkar edememektedir.

Örneğin, 2004 yılında, Uluslararası Ekoloji Fonu “Intent”himayesinde, Moskova Devlet Üniversitesi Mikrobiyoloji Laboratuvarı bünyesinde bir deney gerçekleştirildi. Bu deneyde şifacılar, patojen mikroplar içeren tüpler üzerinde kozmik-enerjetik frekanslar yoluyla etki göstermeye çalıştılar. “Newtoncu” bilim anlayışına göre, bir şifacının bu tüpler üzerinde herhangi bir maddi etkisi yoktur. Tüm bilinen “arka plan” parametreleri olan radyasyon, elektromanyetik ve ultrasonik dalgalanmalar ölçüldüğünde, şifacının çevreye bilinen herhangi bir özel salınım yaymadığı görülür.

Fakat belli bir zaman sonra, mikroplar kitlesel şekilde ölmeye başlar, hem de her türlü hayal gücünü aşan oranlarda. Üstüne üstlük bu yalnızca bir defaya mahsus değil, sayısız deneyle tekrar tekrar doğrulanmış bir sonuçtur.

Bu noktada bir ikilem ortaya çıkar: Newtoncu bakış açısından şifacı tüpe etki etmiyorsa, mikropların da kendiliğinden ölmemesi gerekir. Ama mikroplar ölüyorsa, demek ki şifacı bir şekilde etki ediyor. Bu da bizi tek bir sonuca götürür: şifacının etkisi gerçektir, ancak bu etki şimdilik teknik araçlarla ölçülemeyen bir boyuttadır. İşte Einsteinvari, ikili doğaya sahip dünya anlayışının henüz kanıtlanamamış olması derken kastedilen budur.

Bu deneylerin verdiği sonuçlar yalnızca, son dönemde kuantum mekaniği ve ileri matematik teorisyenlerinin sıkça dile getirdiği evrenin enerjetik çok boyutluluğu perspektifinden açıklanabilir. Yukarıdaki örnekte olduğu gibi, eğer mikropların maddi birer nesne değil de, tıpkı diğer her şey gibi enerjinin bir formu olduğu kabul edilirse, her şey mantığa oturur: şifacı enerjiyi başka bir enerjiye yönlendirerek onun yapısında değişim yaratmaktadır.

Bu durum her şey için geçerlidir: bir enerji formu başka bir enerji formunun halini değiştirir ve bu durumda ortada hiçbir mucize kalmaz! Ancak bu tür bir açıklamanın kabulü için “Newtoncu” bilim önce Einsteinvari yaklaşımın gerçekliğini kabul edecek delillere ihtiyaç duyar. Ama ortada atom bombasının varlığı gibi örnekler olsa dahi, bu deliller resmi birer kanıt sayılmaz. Bu tür olaylar, geleneksel bilim çevrelerine göre yalnızca dünya dualizmine dair hipotezi temellendirir, ancak onun gerçekliğini ispatlamaz.

Modern araştırmacılar ise şunu ekliyor: Bu sonuçlar sadece Einsteinvari yaklaşımı haklı kılmaz, aynı zamanda onu henüz "Newtoncu" bilim tarafından doğrulanmamış olsa da tam anlamıyla inkar edilemez bir konuma getirir. Ancak bu doğrulamalar sadece an meselesidir: yeni cihazlar, yeni teknolojiler ortaya çıkacak ve “Newtoncu”, mekanik dünya görüşünün sonu kaçınılmaz olacaktır.

İlerici araştırmacılar ve bilim insanları, teknik ilerlemenin açık olanı teyit etmesini beklemeksizin, Einstein’ın izinden giderek geleceğin bilimini inşa etmeye çoktan başlamıştır. Onlar, insanı ve dünyayı yalnızca mekanik bir sistem olarak gören anlayışın tarihe karışmak üzere olduğunu ve yerini, temelleri bizzat büyük Einstein tarafından atılmış olan yeni teorik bir dünya görüşüne bırakmakta olduğunu bilmektedir.

Enerjetik dünya görüşü, Kozmik Enerji şifacılığının teorik temelidir. Dünyaya tamamen enerjetik bir olgu olarak yaklaşmak, Kozmik Enerji’nin yıllardır sergilediği etkileyici olanakların tamamını açıklamayı mümkün kılmaktadır.

19/05/2025

Derleyen & Çeviren 

Cemre ÖZKAN

Mehmet Levent ÜNAL

UYARI: İşbu blog içerisinde yer alan bilgi ve uygulama teknikleri tedavi amacı taşımamaktadır. Söz konusu bilgiler bu tekniği öğrenmek için eğitime katılan katılımcıyı bilgilendirmek amaçlı olup sağlık hizmeti niteliğinde değildir.Verilen bilgiler hiçbir şekilde tanı ve tedavi amaçlı kullanılmamalıdır. Tanı ve tedavi mutlaka doktor tarafından yapılması gereken ciddi bir işlemdir.
Her türlü hastalık ve benzeri tedavi gerektiren sorunlarınız için dokturunuza danışınız.